Cuma, Ocak 04, 2013

Persepolis

     Merhabalar,
    
     Bugün animasyon ile tarihi başarılı şekilde harmanlanmış bir filme, Persepolis'e, değineceğim. Yapımı 2007 yılı ABD, Fransa olan, senaryosunun ise Marjane Satrapi ve Vincent Paronnoud tarafından ele alınan ve animasyon, dram, komedi, savaş ve komediyi başarılı bir şekilde birleştirilmiş bir filmdir.

     Animasyondan öte film sizi hem eğlendirip güldürürken hem de politik mesajlar veriyor. Konusu ise yakın bir tarihe, İran Devrimi'ne bakmamızı sağlıyor. İnsanların düşünceleri yüzünden tutuklanıp öldürülmeleri, insanların günlük yaşantılarının 1-2 sene içerisinde nasıl değiştiğini gösteriyor. Ve bu durumu gösterirken genellikle sıkıcı, boğucu olarak nitelendirilen tarih belgeseli olmasından ziyade, bir kız çocuğunun Marjane'nin gözünden anlatmaktadır, tüm yaşananları.

     Persepolis, çıktığı yıl Cannes Film Festivali'nden Jüri Ödülü kazanmıştır, ayrıca 2008 En İyi Animasyon Film dalında aday olmuştur, ancak kazanamamıştır. Fimin IMDb puanı ise oldukça yüksek, 10 üzerinden 8.

     Film tarihe bakış açınızı da etkileyerek eleştirel bir gözle bakmanızı sağlıyor. Yani filmdeki her şeyi doğru olarak kabul etmekten ziyade 'Gerçekten doğru mu?' diye düşünüyorsunuz ki ben her olay, yada bilgi karşısında eleştirel bir tutumun faydalı olacağını düşünmekteyim.

     'Asla unutma! Korku farkındalığımızı yitirmemize neden olur, o da bizi birer korkağa çevirir.' repliği ile yazımı burada noktalıyorum.

     İyi seyirler.


Pazar, Aralık 30, 2012

SWEENEY TODD:The Demon Barber of Fleet Street

     Herkese merhabalar,
    
     Müzikal yapımlar bazı ya da çoğu insanın hoşuna gitmez ki özellikle Sweeney Todd gibi senaryoya sahip filmler itici bulunabilir izleyiciler tarafından. Ancak bence gayet hoş, sürükleyici ve insanda merak uyandıran bir film Sweeney Todd.


    
     Filmin konusunu kısaca özetlemek gerekirse, haksız yere hapishaneye gönderilen bir adamın, karısı ve kızına yapılan acımasızlıklar için intikam yemini ederek yaşamına devam eden veya etmeye çalışan bir olaylar serüvenidir. Başrol karakteri olan Benjamin Barker, intikamını almak için kimliğini gizleyerek Sweeney Todd karakterine girmiştir ve onun suç ortağı Bayan Nellie Lovett tereddüt etmeden yardım etmiştir.

     Filmimiz 2007 yılı Amerika ve İngiltere yapımıdır, yönetmen koltuğunda ise Tim Burton yer almaktadır. Baş rolü ise Johnny Depp, Helena Bonham Carter ve Alan Rickman paylaşmaktadır. IMDb'den ise 10 üzerinden 7.5 puan almıştır.



     Filmi izlemek için açtığımda temkinliydim ve beni memnun etmeyeceğini düşünerek izlemeye başladım. Ancak hiç de düşündüğüm gibi olmadı ve filmi gayet keyifli bir şekilde izleyerek tamamladım. Neden mi izledim? Kardeşimin ısrarı üzerine :)

     Filmdeki ambians kurgu insanda merak uyandırıyor ve sonunda intikamın alınıp alınamayacağını bilmek istiyorsunuz.



     Çok fazla müzikal film seyretmediğim için karşılaştırma yapamıyorum malesef. Ancak siz de benim gibi başta temkinli iseniz durmayın devam edin, pişman olamayacaksınız :)

     İyi seyirler.

    

Salı, Aralık 18, 2012

Avatar

     Merhabalar,

     Bu yazımda teknolojisiyle herkesin dikkatini çekmeyi başaran Avatar. Film 2009 yılı, İngiltere ve Amerika yapımıdır ve yönetmen koltuğunda James Cameron yer almıştır. Baş rolleri ise Jake Sully rolü ile Sam Worthington ile Neytiri karakterini canlandıran Zoe Saldana paylaşmıştır.
 
     Avatar yeni bir çağ başlattı sinema sektöründe; Avatar'dan öncesi, Avatar'dan sonrası. 3D teknolojisi ile sinemaseverlere yeni seyir keyfi sağladı. İlk kez sinema salonunda filmin içerisindeymiş gibi seyretmek inkar edilemeyecek bir keyifti.

     Genel olarak baktığımda filmin başarısız olduğunu söyleyemem tabii. Yeni çekim teknolojisi, çekim sahneleri ile başarılı bir film. Ancak, filme yakından değil de uzaktan baktığım zaman, klişe bir hikayeyle karşılaşıyoruz. Aç gözlü bir ırk (insan) ile kendi dünyasını korumaya çalışan bir ırkın mücadelesini anlatıyor. Tabii içine bir de duyarlı bir bilim kadınını ve başta farklı düşünen bir asker koyarak daha bir izlenebilir kılmıştır. Hııı bu arada filmdeki filizlenen aşk hikayesini de unutmamak lazım ama değil mi?...

     Oyuncular açısından düşünecek olursam, her oyuncu rolünün hakkını verdiğini söylemeliyim. Ya da Avatar'dan sonra 3D teknolojisi ile çekilen bazı filmlerin sırf ticari amaçla çekildiğini düşünecek olursam, tabii ki Avatar başarılı bir film.

     Ancak, Avatar filmini izlemek isteyen hiçbir seyircinin hikayeyi merak ederek istediğini düşünmüyorum. Tabii buna bir yandan hak veriyorum, herkes yeni çıkan bir teknoloji ürününün meyvesi olan bir filmi izlemek ister. Fakat, bu durum bir filmi başarılı olmasını sağlar mı bilemiyorum.

     Filmimiz IMDb'den 10 üzerinden 8 puan alarak, seyircilerin beğenisini kazandığını gösteriyor.

     İyi vakit geçirmeniz dileğiyle, iyi seyirler...

Perşembe, Aralık 06, 2012

REC 1-2-3

      Bu yazımda korku ve gerilim seven izleyicilere hitap eden REC serisini ele almak istiyorum. REC serisinin ilk filmi 2007 yılı İspanya yapımı olup Jaume Balaguero ve Paco Plaza tarafından yönetilmiştir. Senaryosu ise Jaume Balaguero ve Luis Berdejo tarafından yazılmıştır. Baş rolde ise Angela Vidal karakterini canlandıran Manuela Velasco yer almaktadır. Ve IMDb'den 10 üzerinden 7.6 puan almıştır.

      REC 2 ise 2009 yılı İspanya yapımıdır ve yine Jaume Balaguero ve Paco Plaza tarafından yönetilmiştir. Senaristleri arasında yine Jaume Balaguero yer almakla birlikte Paco Plaza ve Manu Diez yer almaktadır. Serinin devamı olan bu filmin IMDb puanı ise küçük bir düşüşle 10 üzerinden 7.3'tür.

      REC 3: Genesis (Diriliş) filmi ise 2012 yılı İspanya yapımıdır ancak bu sefer yönetmen koltuğunda sadece Paco Plaza ' yı görmekteyiz. Senaristleri arasında ise serinin bir bileşimi olarak ilk filmden Luis Berdejo ve ikinci filmden Paco Plaza görmekteyiz. Diğer iki filmin aksine REC 3 IMDb 'de büyük bir düşüşle 10 üzerinden 5.2 puan almıştır.



     REC serisi konusu itibariyle bir korku ve gerilim filmidir, ancak bence korkudan ziyade bir gerilim filmi. Evet korku sahneleri var, yok diyemem ancak sizde benim gibi korku filmlerine alışkan iseniz ve nerde ne olacağını az çok tahmin edebiliyorsanız pek korkacağınızı söyleyemem. Konusuna gelince; iki iş arkadaşı TV muhabiri olan Angela ve kameraman Pablo bir TV programı yapmaktadırlar ve bu seferki programları itfaiyecileri içermektedir. Sıkıcı geçen program bir ihbar gelmesi ile birlikte hareket kazanmaktadır, bir kadın ev kazası geçirmiştir ve içeriden korkunç çığlıklar gelmektedir. Ancak durum hiç de sanıldığı gibi değildir, itfaiyecilerin içeri girmesi ile birlikte çığlık atan kadın kanlar içerisinde ve delirmiş bir şekilde görülmektedir, ve bir anda bir itfaiyeciye saldırıp yaralanmasına sebep olur.

      Ve bundan sonra gerçekler az çok anlaşılmaya başlanır, binada bir virüs vardır ve insanlar saldırganlaşmaya başlar ve bu bulaşıcıdır. Binadakiler karantinaya alındıklarını anlamaya başladıklarında iş işten geçmiştir ve ölümle baş başa bırakılmışlardır. Birinci filmde virüs salgını olarak sandığımız durum ise ikinci film ile başka bir boyuta geçmektedir. Aslında insanları saldırgan yapan bir virüs değil, şeytanın (iblis) ta kendisi olduğu anlaşılır ve bunu çok az kişi bilmektedir.



      REC serisini bana göre güzel kılan noktalarından biri ilk filmde virüs sandığınız bir konunun aslında ruhsal bir boyutta olduğunu öğrenerek sizi şaşırtmasıdır. Çünkü genelde korku yada gerilim filmini izlerken ana temanın ne olduğunu biliriz; ya virüstür ya da cin veya şeytan. Ancak bu seride her iki durumu da işleyerek seyirciyi şaşırtmayı başarmıştır.

     REC 3 ise bana göre maalesef bir hayal kırıklığıdır; ilk ve ikinci filmde heyecanlı durumlar ile dikkat çekmeyi başaran yapım üçüncü filmi ile tekdüzeliğe geçmiştir. Üçüncü filmi tekrar aynı mekanda çekmek  itici olabilirdi evet bunu kabul ediyorum, ayrıca ikinci filmin sonunu baz alarak düşünürsek başka mekanda daha farklı bir konu çekimi de kabul edilebilir. Ancak yinede daha farklı olabilirdi diye düşünüyorum, yani bir düğün ortamından ziyade insanı etkileyecek ve gerilimi artıracak başka bir konu işlenebilirdi.



     Serinin 4. bölümü çıkacağına dair söylentiler var, bakalım o da 3. film gibi hayal kırıklığı mı olacak ya da kendini toparlayıp eskisi gibi (1-2) bizi içine çekmeyi başarabilecek mi? Hep birlikte göreceğiz.

     İyi seyirler...

Cumartesi, Kasım 17, 2012

Hayalet Sürücü (Ghost Rider) 1-2

     Bu yazımda aksiyon, fantastik türünde ortalamanın altında olan bir seri hakkında düşüncelerimi belirtmek istiyorum. Hayalet Sürücü 1 2007 yılı ABD yapımıdır, yönetmeni Mark Steven Johnson olmakla birlikte başrolde Nicolas Cage ve Eva Mendes yer almaktadır. Filmin devamı olan Hayalet Sürücü 2 ise 2011 yılı Türkiye, Romanya, ABD yapımı bir filmdir. Başrolde ise yine Nicolas Cage'i görmekte olup, yönetmenliği Brian Taylor ve Mark Neveldine paylaşmıştır.

     Johhny Blaze (Nicolas Cage) babası ile birlikte şov yapan bir gençtir ve yıllar sonra bir motosiklet şovmeni olur. Gençliğinde sevdiği bir kız da vardır, Roxanne (Eva Mendes). Johhny Blaze babasının kanser olduğunu öğrendiği zaman karşısına biri çıkar ve sunduğu teklifi kabul ettiği takdirde babasının kanserden kurtulacağını söyler. Bu sözleşme nedeniyle sevdiği kızı da terk etmek zorunda kalmıştır. Bundan sonraki hayatında, geceleri Mepistopheles (şeytan) 'in emrinden çıkamayacağı bir Hayalet Sürücü'ye dönüşmektedir, ruhunu şeytana satmıştır.


     Şunu söylemem gerekir ki ilk filmi seyirciyi içine çeken bir film olmuşken, ikinci filmin tamamen ticari amaçlı yapıldığı gözlerden kaçmıyor. IMDb'deki puanlara baktığımızda da ortalamanın altında bir film serisi olduğunu görebiliriz, zira Hayalet Sürücü 1 10 üzerinden 5.2 almışken, Hayalet Sürücü 2 10 üzerinden 4.4 puan almıştır.

     Her ne kadar ilk film yüksek bir puan almamış olsa da filmin bir akıcılığı, izlenebilecek bir havası var. Ancak serinin devamı olan ikinci film için aynı şeyi söyleyemeyeceğim, sıkıcı diyaloglar, basit sahneler...   Bana göre ilkini izleyin ve orda kalın!



     Yapımcı ilk filme güvenerek ve daha fazla kar etmek amacıyla bu hatayı yapmış olabilir. Fakat bu Nicolas Cage için yanlış ve bir o kadar da riskli bir durum. Çünkü, Nicolas Cage'in yer aldığı filmleri tereddüt etmeden izler ve genellikle memnun bir şekilde filmi sonlandırırdım. Ancak, son zamanlarda kariyerinde bir düşüş yaşamakta ve özellikle bu film ile birlikte 'Acaba iyi mi?' sorusunu düşündürmeye başladı artık! Film ve senaryo haricinde oyuncuların, yönetmenlerin ve senaristlerin de bir kalitesi olduğunu herkes bilmektedir. Nasıl ki yönetmen bölümünde Christopher Nolan ismini gördüğümde filmin kaliteli olacağını biliyorsam, Nicolas Cage'de  ( en azından benim için) başarılı bir oyuncudur. Ve umarım bu durumu düzeltip tekrar kaliteli projelerde yer alır.

     Mutlu ve sinemalı günler...

Pazar, Kasım 11, 2012

500 Days of Summer

     This is not a love story, this is a story about love... ( Bu bir aşk hikayesi değil, aşk hakkında bir hikaye... ) Bu cümle sanırım her şeyi özetliyor. Yönetmeni Marc Webb, senaristleri Scott Nevstadter ve Michael H. Weber olan 2009 yılı ABD yapımı 500 Days of Summer aşka farklı bir açıdan bakmamızı sağlıyor. Baş rolleri ise Summer Finn karakterini canlandıran Zooey Deschanel ve Tom Hansen karakterini oynayan Joseph Gordon-Levitt paylaşıyor.


   
      Filmimiz klasik bir aşk hikayesinden farklı olarak, hayatta karşımıza her çıkan kişinin aslında bir sebebi olduğu için çıkabileceğini anlıyoruz. Yani filmi izlerken öyle masallardaki gibi anlatılan bir kül kedisi ve onun beyaz atlı prensinin geleceğini hiç beklemeyiniz.

     Tom Hansen ve Summer Finn aynı şirkette çalışmaya başlamaktadır. Ve oğlumuz Tom Hansen kızımız Summer Finn'e aşık olur ve bir süre kızımız Summer Finn'de karşılık verir, ancak aslında aşık değildir, sadece hiç yaşamadığı şeyleri yaşamak ve keyifli günler geçirmek istemektedir. Ve bu Tom Hansen bu mutsuz aşkın sonunda hayaline doğru yol alır ve belki de sonunda hayatının kadınına rastlamaktadır.



     Film aşka dair farklı bakmamızı sağlarken, kadın ve erkek arasındaki farklılıkları da bir nevi göstermiştir. Tabii her erkek ve her bayan böyle olacak diye söylemiyorum ama 'Hayatta her kadın aşkı arar.' ideolojisini hedef alarak farklı bir yol da göstemiştir 500 Days of Summer.

     Filmimiz IMDb'den 7.9 puan alarak kendi türünde başarılı bir örnek olduğunu göstermiştir. Klasik aşk filmlerinden sıkılanlara veya aşk hakkında farklı bir şeyler görmek isteyenlere filmimiz önerilir.

     İyi seyirler, mutlu günler...

Salı, Ekim 30, 2012

Titanic

     Bu yazımda sizlere bir baş yapıt olan, küçükten büyüğe herkesin bildiği bir film, Titanic hakkında  düşüncelerimi belirtmek istiyorum. Bu öyle bir film ki her izlediğinizde aynı duyguları tekrar ve tekrar hissediyorsunuz; aşk, imkansızlık ve her şeye rağmen umut... Ve filmin sonunda Rose geçmişi hatırladığı andaki isyan duygusu...



     Filmin yönetmeni, başarılı işlere imza atan James Cameron, baş rollerde ise Leonardo DiCaprio ve Kate Winslet'ı görüyoruz. Film 1997 yılı, ABD yapımıdır ve IMDb kendisine 10 üzerinden 7.6 puan verirken, seyircimiz 9.3 puan vermiştir. Filmin senaryosu 20. yy.'da gerçekleşen ve insanların bu gemi batmaz dedikleri ancak yolculuğu sadece 4.5 gün süren Titanic felaketinden esinlenilmiştir. Ve bu felaketi muhteşem bir aşk hikayesiyle birleştirerek mükemmel bir senaryo ortaya koymuştur James Cameron.

     İki ayrı dünya, Jack ve Rose; bildiğimiz türden zengin kız, fakir oğlan aşkı. Jack'in bulunduğu hayat koşullarına rağmen umudu, hayalleri vardır, Rose bulunduğu varlıklı dünyasında ise yapayalnızdır ki annesi bile  onu anlamamaktadır. Tam hayatından vazgeçeceği zaman hiç iletişim kurmadığı dünyadan biri ile karşılaşır, Jack. Ve bundan sonra aşkları adımı adım zirveye ulaşır, büyük bir felaketin içerisinde imkansız bir aşk.



    Peki ama Titanic filmi neden bu kadar başarılı oldu? Her felaketin içerisine bir felaket koysak filmi her izlediğimizde aynı duyguları tekrar hissedebilecek miyiz? Bence hayır. Peki öyleyse Titanic'in sırrı nedir? İşte  bunu çözemiyorum, her izlediğimde aynı heyecanı tattıran bu filmin sırrını çözemiyorum. Evet, sırrı başarılı performanslarıyla Leonardo DiCaprio ve Kate Winslet diyebilirsiniz, ancak birçok filmde oyuncular çok iyi performans gösteriyorlar ama filmi her izlediğimizde aynı etkiyi yaratamıyorlar. Mükemmel bir senaryo + kurgu + oyuncu performansı + yönetmen + müzik desek ne kadar doğru olur bilemiyorum, size kalmış.

     Böyle etkili ve başarılı filmlerin çekilmesi dileğiyle, iyi seyirler, sinemalı günler...